Ağlamak: İnsan Doğasının Bir Parçası ve Toplumsal Tabular
- Eda EROL
- 31 Tem 2024
- 3 dakikada okunur

Ardından ağlanacak ne varsa ömrümüzde,
Tekrar doğuşun sırrı gülümseyen bir yüzde,
Uykusuz geceleri içten kemiren hüzün,
Bin azabın çarkında gerilmiş ağaran gün;
Öpüşler, gözyaşları, vaitler ve hicranlar;
O derin sükutların aydınlattığı anlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Gül
Toplumumuzda sıkça yasaklanan, ayıplanan, bastırılan ve güçsüzlük olarak görülen bir durumdan bahsetmek istiyorum: ağlamak.
Yapılan araştırmalara göre, bireyler kendilerini öfke, kaygı, korku gibi zor duygular içerisinde bulduklarında ya da çaresiz hissedip yardım ihtiyacı duyduklarında, parasempatik sinir sistemi devreye girer ve ardından gözyaşları süzülür. Biyolojik bir süreç olan bu durumda parasempatik sinir sisteminin görevi, bireyi zorlayıcı durumlar karşısında rahatlatmak, gevşetmek ve iyileşme süreçlerini başlatarak kişinin regülasyonunu sağlamaktır. Bedenimiz tarafından otomatik ve doğal olarak gerçekleşen süreçtir aslında.
Her durumda bireylerin aynı duygusal tepkileri vermemesi olağandır. Aynı olay karşısında iki farklı insan apayrı tepkiler gösterebilir. Örneğin, bir sinema filmi izlerken ekranda gördüğünüz bir sahne sizin ağlamanıza sebep olurken, başka bir bireyde farklı duygular uyandırabilir ve kişi farklı tepkiler verebilir ya da tepkisiz kalabilir. Çünkü duygularımız her zaman tepkilerimizde aktif olarak yansımayabilir, bazen de tepkisiz kalarak pasif bir biçimde form alabilir. Bu tepkilerin kökeninde bireylerin bağlanma stilleri, geçmiş deneyimleri ve duygusal hassasiyetleri yer alabilir.
Bağlanma, annenin bebeğe bağlanması ve bebeğin anneye bağlanması şeklinde karşılıklı bir ilişkiye dayanır. Doğum ile başlayan bu süreç, kişilerin yaşam boyu sosyal ve bilişsel gelişimlerini ve aile, romantik ilişkilerini etkileyebilecek düzeyde bir öneme sahiptir. Bakım veren ve bebek arasında gelişen güvenli bir bağlanma, gelecekte bireyin tüm tehditlere, zorlayıcı duygu durumlarına ve durumlara karşı olgunlaşmasında ve psikolojik dayanıklılığının artmasında önemli bir rol oynar. Bağlanma kuramının öncülerinden Bowlby’e göre, bir çocuk büyürken bakım veren ile arasında geçen uyaran ve tepki örüntüleri, kişilerin zihninde bir örüntü oluşturur ve bu örüntüler bireyin tüm yakın ilişkilerini etkileyebilir.
Uyaran ve tepki örüntülerini şöyle düşünebiliriz: Bir yeni doğan, çevresinden tüm beslenme, tuvalet ve bakım ihtiyaçlarını ağlayarak talep eder, çünkü iletişim becerileri henüz gelişmemiştir. Ağlama uyaranına karşı bakım verenin verdiği tepki, bu örüntüyü tamamlayan parça olarak düşünülebilir. Bakım veren, yeni doğan tarafından kendisine ağlama yoluyla ifade edilen bu uyarana karşı yeterli bakım ve ilgiyle tepki verirse, güvenli bir bağlanmanın temelleri atılabilir. Kaygılı ve kaçıngan bağlanan bireylerin temellerinde ise, güvenli bağlanmanın aksine, çocuğa ne ihtiyaçlarını ne de duygularını ifade edebilmesi için bir alan açılmıştır. Gözyaşlarını empati ve yardım bekleyen bir dil gibi düşünürsek, geçmişte ne ifadesi ne de doyurulması mümkün olmayan ve baskılanan ihtiyaç ve duyguların bugünkü fiziksel dışavurumu olarak görebiliriz belki de.
Bireylerin olumsuz deneyimleri, kişilerin kendilerine ve çevrelerine karşı üzüntü, endişe, korku gibi duygular beslemesine ve içerisinde bulundukları düzene karşı hassas ve güvensiz bir tutum geliştirmelerine neden olabilir. Bu deneyimler sonucunda kişi, çevresi tarafından anlaşılmadığını hissedebilir ve bu durum zamanla iletişimsizliğe ve içsel huzursuzluğa dönüşebilir. Sağlıklı bir iletişim modeli geliştirmek, bireylerin tüm sosyal, aile ve romantik ilişkilerini olumlu yönde etkileyebilir. Bağlanma konusunda değindiğim gibi, bebekler taleplerini dil ile iletişim düzeyine taşıyamadıklarında bu talep ve isteklerini ağlayarak bildirirler. Bu talepler yerine getirilmediğinde ve bebeklerin ihtiyaçları giderilmediği sürece ağlamalarının kesilmesi pek mümkün olmayabilir. Aslında istenen şudur: "Bir ihtiyacım ve talebim var, buna karşılık sizden isteğim beni anlamanız ve bunları karşılamanız." Tartışmalarımızda sıklıkla ağlamamız da karşımızdaki kişi tarafından anlaşılmadığımızı hissetmemiz ve karşılanmamış ihtiyaçlarımız olabilir mi? Belki de o gözyaşları, "Kendimi ifade etmekte güçlük yaşıyorum ve anlaşılmadığımı hissediyorum, bu yüzden desteğine ihtiyacım var," demektir. Baskılanan ihtiyacın ve ifade güçlüğünün beden yoluyla dışavurumudur belki de. Alice Miller, "Yetenekli Çocuğun Dramı" kitabında şöyle der: “Çocukların duyguları bu kadar güçlü olduğu içindir ki, bunların bastırılmasının kritik ve tehlikeli olumsuz sonuçlar doğurmaması da olası değildir. Mahkûm bu kadar kuvvetli olunca, hapishane duvarları da kalın ve sağlam olmalıdır… Çocuğun duygularını baskı altında tutan bu duvarlar, onun daha sonraki duygusal gelişimini engeller ya da tümüyle durdurur.” Belki de bazı gözyaşlarımız, yaşantılarımızdan inşa edilen bu kalın duvarların sonucudur.
Özetlemek gerekirse, ağlamak, neşeli bir arkadaş sohbetinde atılan kahkaha kadar, hiç beklemediğimiz anda aldığımız bir haber karşısında şaşırmak ya da aniden duyduğumuz yüksek bir ses karşısında korkup irkilmek kadar doğal bir reaksiyondur. Bu reaksiyonu normalleştirip kabul etmek, ağlamak üzerine sahip olduğumuz negatif düşüncelerimizi yenmemizde önemli bir rol oynayabilir.
Eda EROL
Stajyer Öğrenci
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Lisans, Psikoloji ÇAP
Comments